Annelik eşittir Vicdan Azabı
09:13
İki hafta önce,Kerem ve ben,ilk kez Emir’den ayrı tatile çıktık.2 gece 3
gün başbaşaydık,çocuksuzduk,özgürdük.
Aslında başbaşa yapacağımız ilk tatil planımız hazırdı,Aralık ayında
ayarlanmış bir tatil bizi bekliyordu fakat son zamanlarda o kadar bunalmıştım
ki,araya böyle bir kaçamak sıkıştıralım dedik,hem Aralık ayındaki tatil için
hazırlık olur,Emir’in bizsiz ne yapacağını görmüş oluruz diye düşündük.
Fakat bu düşünce biletleri alıncaya kadar mantıklı
geliyordu.Biletleri alıp,herşey hazır olduktan sonra,yani iş ciddiye binince,içimi derin bi korku
ve vicdan azabı kapladı.Çocuğumu bırakıp tatile gidiyordum!Emir benim için ne
düşünecekti,ne hissedecekti?Ya onu terkettim sanarsa,ya özlemekten ağlama
krizine girerse?Ya psikolojisi etkilenirse? derken derken biz bu tatile gittik ve
tatil boyunca içimdeki ‘Emir bensiz ne
yapıyor?Beni göremiyince ne düşünüyor?Ben kötü bir anneyim.’ duygusundan kurtulamadım ne yazık ki…Bana bu 2 günlük kaçamağın ne kadar iyi geldiğini ancak döndüğümde hissedebildim.
Bu duygunun benim kişisel eksikliklerimin yansıması mı yoksa genel bir annelik halimi olduğunu
sık sık sorguluyorum.Vardığım sonuç ise tüm annelerin,çocukları için süreçli vicdan
azabı çekecek bir konu bulabilecek şekilde programlanmış olduğu.
Çocuklarımızdan ayrı geçirdiğimiz her dakikanın getirdiği
suçluluk hissi,alınan herhangi bir yardımın getirdiği güçsüzlük ve yetersizlik hissi, yorgunluğun yarattığı
‘ben niye böyleyim?’ hali nerden geliyor,nasıl öğreniliyor anlamıyorum?
Çocuklardan ayrı vakit geçirmek,şarj olmak,biraz dinlenmek anne ve babanın en doğal hakkı değil mi?Böyle bir fırsat varsa niye tadını çıkarmayalım ki?Peki ben ne yapıyorum?Tatailde bile,Emir’i terkedip giden gaddar bencil anne senaryosunu yazıp oynuyorum.Peki Emir ne yapıyor?Annesini babasını mutlaka aklına getiriyor ve eminimki özlüyor ama sonuç olarak anneannesiyle ve dedesiyle güvende,mutlu,huzurlu ve bana bol bol gülerken,oynarken videoları geliyor.E daha ne isterim ki?
Yardım konusuna gelirsek;artık yardım almayı kabul etmeyi
öğrensemde,buna hakkım olup olmadığı kısmına kendimi hala ikna etmiş
değilim.Herşeyi ben yapmalıyım baskısı hergün içimi kemiriyor.Yemeyi de ben
yapmalıyım,evim de mum gibi olmalı,Emir ile birlikte en yaratıcı oyunları
oynamalı,ona hergün hava aldırmalı, en besleyici yemekleri yedirmeli,5 dk. bile
televizyon açmamalı,asla yanından ayrılmamalıyım.Ben bunu yapabiliyormuyum?Ne yazık ki hayır.Bir yerden
tutsam bir yer mutlaka eksik kalıyor,bu eksikleri tamamlayamamak bende beceriksizlik hissi yaratıyor.
Kerem geçen gün ben ona bu tarz bir konuda dert yanarken dediki,'Mükemmel anne olmak zorunda değilsin Pelin'.Bir anda
ampül yandı kafamda,’doğru’ dedim.Niçin bu mükemmel olma çabası,bilmiyorum?Bu
mükemmel anne olmaya çalışmak mı onu da bilmiyorum.Ben birşeyler yapmaya
çalışırken,mükemmel olmaya çalışmak için yapmıyorum aslında,sadece Emir’i en iyi ne
şekilde büyütebilirim diye düşünüyorum ve sanırım her anne gibi,ben de kendime biraz gereksiz bir
baskı yapıyorum.Fakat dedim ya,annelik eşittir vicdan azabı,bunda mantık aramak
gerek belkide.Düşünsenize,biz içimizde büyüttüğümüz bir insanı dünyaya
getiriyoruz ve onu yetiştiriyoruz.Yaptığımız
her şeyi örnek alıyorlar,bizim dediklerimizle öğreniyorlar,bizim
yedirdiklerimizle beslenip sağlıklarını koruyorlar.E bu tabloya bakıp,aklımızın
bir bölümünü kaybetmeyelim de ne yapalım?Onlar için en en en iyisi nasıl olabilir diye çabalamaktan kendini kaybediyor insan sanırım.
Yine de herşey gibi bu olayı da abartmamak
gerekli,biliyorum.Hani derler ya,çocuğunuza bağlı olun ama bağımlı
olmayın.Doğru.Bağımlı değilim gibi geliyor fakat beynimin aynı şekilde düşünmediği
kesin.Ben biraz kendimi düşünmeye başlayınca,beni azarlıyor.Maşallah lafa gelince bilmediğim şey yok ama uygulamada sıfırım.Beynim ve davranışlarım kendinden tamamen kopuk iki mekanizma gibi işliyor sürekli.
Yazımın başında bahsettiğim gibi,yakın zamanda bir tatilimiz
var,bir hafta sürecek.Şuan bana sorarsanız tatil filan umrumda değil fakat
gideceğim.Ve eminim ki özellikle ilk 2 gün telaştan,vicdan azabından ve özlemden aklımı kaybedeceğim,sonra alışacağım,çok güzel vakit geçireceğim ve döndüğümde kendimi harika ve tazelenmiş hissedeceğim.Yeterki Emir'in sağlığı yerinde olsun,bunlar güzel dertler:)
Son olarak konuyla ilgili,sevgili Blogcu Anne,Elif Doğan’ın blogunda paylaşmış
olduğu Dr.Murat Kınıkoğlu’nun yazısını ben de paylaşmak istiyorum.Ben her cümlesine olmasa da,çoğuna katıldığımı söyleyebilirim.Bakalım,siz
ne düşüneceksiniz?
‘’Modern
yaşamın başımıza sardığı en büyük dertlerden birisinin ‘çocukların anne babalarına
uyguladığı terör’ olduğuna inanıyorum. Etrafımda (kendim dâhil) bu terörden
mustarip pek çok anne baba var. Hele anneler çocukları tarafından öyle bir sıkıştırılıyorlar
ki çoğu farkında bile olmadan depresyona giriyor.
Geçenlerde
uyku bozukluğu, sabah yorgunluğu, endişe hali ve kolay ağlama şikâyetleri ile
gördüğüm hastama ‘Sizi üzen, sıkan önemli bir sorununuz mu var?’ diye sorduğumda
‘İki küçük çocuğum var…’ diye cevap verdi… Öyle acınacak bir halleri vardı ki
anlatamam… Yanındaki kocası da başını salladı, iki küçük çocukları var ya
‘Depresyona girmek için daha ne olsun doktor bey….’ der gibiydiler.
Şurası
bir gerçek ki bizim ülkemizde doğumla birlikte ailenin yaşamı baştan aşağı değişerek
‘bebeğin rahatını sağlama’ üzerine kurulu yeni bir dönem başlıyor. Bebeklik
dönemi boyunca, anne babanın kendileri için vakit ayırmaları en büyük yasak, en
büyük vicdan azabı…
Çoğu
annede muazzam bir sahiplenme duygusu; televizyonda izlediğimiz Amazon
belgesellerindeki yavruları boyunlarına asılı maymunlar gibi nerdeyse çocuklarını
hiç kucaklarından indirmeyecekler.
Bir
de işin ekonomi boyutu var. Doğumla birlikte, çocuğun ihtiyaçları bir daha hiç
geriye düşmemek üzere aile bütçesinin en önüne yerleşiyor; çeşit çeşit
biberonlar, bebek arabaları, pusetler, kucaklıklar, sırtlıklar, arabaya konan
ayrı, arka koltuğa ayrı… Ya çocuk bezlerine ne demeli… Bantlısı bantsızı, sızdıranı
sızdırmazı, yumuşağı ipek gibisi… Bizim popomuz popo değil miydi, altımızda zımpara
gibi Amerikan bezleriyle büyüdük, hangimizin popo estetiğinde bir zayıflık var?
İşin
garip tarafı bu ‘çocuk terörü’ belası daha çok bizim ülkeye has bir sorun gibi
görülüyor. Amerikalı bir annenin çocuğunun peşinden elinde mama tabağı ile
saatlerce gezdiğini duydunuz mu? Yakınımızda oturan Fransız bir aile var, sabah
küçük kızlarının okul servisine binme saatinde evlerinin önünden geçiyorum,
daha bir gün bile annelerinin pencereye çıkıp arkalarından baktığını görmedim.
Bizim paşaların, prenseslerin okul servis törenini ise hepiniz görmüşsünüzdür;
kapıdan elinden tutarak çıkarmalar, birlikte karşıya geçirmeler, servise
bindirmeler, arkasından gözler yaşlı el sallamalar, öpücük atmalar… Sanki
çocuklarını okula değil de hacca ya da cihada yolluyorlar…
Bebeklik,
çocukluk derken, aileler arası en büyük mücadele ‘çocuğu en iyi okulda okutma’
engelli yarışları ile devam ediyor. Şu kurs iyi, bu daha iyi, şundan özel ders,
o dershane, bu dershane…
Kemerleri
sıkıp, uğraşıyoruz ki sonunda çocuğumuz gene paralı bir okula girsin ve biz de
çileye devam edelim… Hâlbuki rahmetli babam, benim daha iyi bir okula gitmem
gerektiğini söyleyen anneme ‘Oğlum akıllı malı nede, oğlum deli malı nede?’ şeklinde
bir vecize söyleyip kenara çekilmişti. (Günümüz Türkçesiyle: Eğer çocuk akıllı
ise zaten başarılı olur, yok akıllı değilse boşuna uğraşma en iyi okula da
gitse adam olmaz)
Doğrusu
zaman zaman çocukların bu rahatını ve saltanatlarını kıskanmıyorum dersem yalan
olur. Oğlumun cep telefonu benimkinden yeni model, kızımın çizmesi
annesininkinden daha pahalı ve çoğumuz şöyle veya böyle çocuklarımıza imkânlarımızı
aşan bir yaşam tarzı sunmaya çalışıyoruz. Sabah işe giderken yakınımızdaki
devlet okuluna giden çocuklarla karşılaşıyorum. Çoğunun ayağında (nedense bağcıkları
çözük) tek tip, kocaman, marka bir bot var ve çoğunun anne babasının o botu
almak için çok daha lüzumlu bir harcamayı ertelediklerinden eminim… Üstelik sağlanan
o kadar imkâna rağmen hala halinden memnun olmayan ve daha fazlasını, yetmedi
daha fazlasını isteyen mutsuz çocuklarımız var. (Bundan 40 yıl önce ilk
depresyonun görülme yaşı ortalaması 29 yaş iken şimdi 14) Bilmem siz de benim
gibi çocuklarınıza sağladığınız imkânları kendi çocukluğunuzdaki imkânlarınızla
kıyaslıyor ve sinirleniyor musunuz?
İlkokulu
bitirene kadar tek servetim beş-on bilye, bir lastik veya metal çember ve bir
sapandı (O da herkesin eline geçmezdi özellikle çember). Bütün gün çemberin peşinde
tabanlarım sızlayana kadar sokak sokak dolaşmaktan ne anladığımı hatırlamıyorum
ama hava kararıp da yorgunluktan bitap eve geldiğimde son derece mutlu olduğumu
çok iyi hatırlıyorum…
Unutmayalım
ki çocuklarımıza vereceğimiz en güzel şey, neşeli ve mutlu bir aile ortamıdır.
Gecelerini uykusuz geçiren, çocuğu için özel zevklerinden ve tüm hobilerinden
vazgeçmiş anne babalarla mutlu bir aile ortamı sağlayabilir miyiz? Yapılacak şey
belli… Tüm dünyanın ezilen anne babaları, çocuk terörüne karşı eyleme geçmenin
zamanı geldi geçiyor… Birleşelim… Yarından tezi yok önlem alalım… Yaşamak bizim
de hakkımız… ‘’
2 yorum
anaaa ne güzeel aralık ayında iki hafta tatil ha ne iyimiş. :)
YanıtlaSiliki hafta çoook uzuuunnnn,1 hafta:)gerçi bana 1 haftada uzun geliyo:(teşekkür ederisss,gezmece tozmaca bizi bekler:)
Sil